Geride bıraktığımız seçim, ağırlığını aşırı sağ partilerin oluşturduğu bir ittifak ile merkez sol, merkez sağ, liberal, seküler milliyetçi, ılımlı muhafazakar, radikal demokrat ve sosyalistlerden mütevellit bir ittifakın karşılaşmasıydı. Kısaca toplamda aşırı sağ ve merkez siyaset karşılaştı ve az farkla aşırı sağ kazandı diyebiliriz.*
Merkez Solun Çıkmazı
Benim yukarıda anlamlandırmaya çalıştığım iki ittifak için Birikim’in Haziran-Temmuz sayısında Ömer Laçiner, bu topraklardaki bir asrı çoktan tamamlamış modernleşme serüvenine dair, modernleşmeye kuşkuyla yaklaşanlar ile ona daha olumlu bakanların karşılaşması adını veriyor. En nihayetinde görece az farkla dahi olsa modernleşmeye kuşkuyla yaklaşanlar bu seçimi kazandı ve ülkedeki çoğunluk olduklarını teyit ettiler. Aslında seçimden öte bir tür kimlik sayımı yaptığımızın ifşası bu... Muhalefet ise ilginç biçimde ilk kez kazanmaya bu denli yakın olduğu bir seçimi kaybetmenin şokunu bir türlü atlatabilmiş değil, öyle ki yaklaşmakta olan yerel seçimlerde muhalefet 2019’dan daha avantajlı olmasına karşın mevcut dağınıklık halinin muhalefete ama esasen muhalefetin en güçlü aktörü CHP’ye yeni bir 1994 bozgunu yaşatmasını bekleyenlerin sayısı yüksek. Ki 1994 senesi CHP ya da SHP yükselmekte olan bir aktöre, Refah Partisi’ne kaybetmişti. Bugün ise karşısında yıllardır yavaş da olsa istikrarlı biçimde kan kaybeden bir Ak Parti var.
Bu noktada yerel seçimleri
kazanmak için CHP’nin bir değişime ihtiyacı olduğu bu değişimin de seçimin
kaybedeni olarak görülen Kılıçdaroğlu’nun görevi bırakmasıyla gerçekleşeceğine
yönelik bir kanı var. Çokça dile getirildiği gibi Kılıçdaroğlu’nun 11 seçim
kaybettiği ve bu kadar çok seçim kaybeden birinin yenilgilerin sorumlusu olduğu
düşünülüyor. Bu bahsi geçen 11 seçim mübalağa ile ne hikmetse kimilerine göre
12-13 hatta 14 gibi sayılara varıyor ve en ilginci seçim yenilgileri içerisinde
CHP’nin İstanbul ve Ankara’nın da içerisinde olduğu pek çok büyükşehri
kazandığı 2019 seçimi de sayılıyor. Sanıyorum ki kayıp ile vurgulanan bu yerel
veya genel (içerisinde farklı bloklarla girilen referandumlar da var)
seçimlerde CHP’nin sandıktan birinci parti olarak çıkamamış olması. Böyle
olunca da insan düşünüyor, sandıktan birinci çıkmak = seçimi kazanmak mıdır ya
da bir partinin seçimden birinci sırada çıkması sadece o partinin başarısıyla
açıklanabilir mi?
Bu noktada CHP veya yakın tarihte
farklı isimler almış Tanıl Bora’nın güzel ifadesiyle CHPgil partiler; SHP ya da
DSP gibi, özetle merkez sol olarak kodlanan bu partilerin Türkiye genel seçim
tarihinde bir başarı elde edip edemediği sorusu gündeme geliyor. Biriyle bu
konuları tartıştığınızda size çokluk şöyle cevap veriliyor. Evet, Kılıçdaroğlu’nun
başaramadığını Ecevit başarmıştı. Kılıçdaroğlu o kadar yıl oldu CHP’yi %25
bandının üzerine çıkaramadı. Bütün suç Kılıçdaroğlu’nun… Elbette Kılıçdaroğlu CHP’sinin
%25 bandını aşamadığı verili bir gerçek. O halde bize Ecevit’in başardığı ne
idi diye sormak düşüyor. Ecevit’in bir partinin genel başkanı olarak girdiği genel seçim sayısı 7. Bu seçimler 1973, 1977, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002 seçimleri.
Bu seçimler içerisinde CHP ve 1999’da DSP olarak toplam 3 kez birinci parti
olarak çıkmış Ecevit. Evet muhtemelen Kılıçdaroğlu’nun başaramayıp Ecevit
başardı denilen bu olsa gerek, partisinin seçimden birinci olarak çıkması. Ancak
bu seçimlerin sonuncusunda DSP’nin oyunun %22 olduğu unutulmamalı, tek başına
iktidara gelme durumu da yok hani. Peki daha önce var mı? 1973’teki %33 ve asıl
büyük başarı olarak görülen 1977’deki %41’lik oy da CHP’yi tek başına iktidara
getirmeye yetmemiş. Üstelik bu birinciliklerin olduğu seçimlerde çok sayıda sağ
partinin olması ve hemen hepsinin ciddi oylar almaları rakipleri olan CHP ya da
DSP’nin aradan sıyrılmasını sağlıyor.
Şimdi o dillerden düşmeyen 1977
seçimine kadar geçen seçimlerde CHP’nin aldığı oylara bakalım: İktidarı
kaybettiği 1950 yılında CHP %39.4 almış, 1954’te %35.4, 1957’te ise %41.1’e ulaşıyor.
1961 %36.7, 1965’te %28.7, 1969’da %27.3 oy alabiliyor. Özellikle 1960’ların ikinci
yarısındaki kısmi gerilemede Türkiye İşçi Partisi’nin neredeyse %3’ü yakalaması
ek olarak 1969 seçiminde CHP’nin sola yaslanmasından rahatsız olan parti
içindeki sağ bir grubun kurduğu Milli Güven Partisi ve Alevi kimliğiyle ön
plana çıkan Birlik Partisi’ne giden oyların da katkısının olduğu düşünülebilir.
Özellikle CHP’nin o günlerin deyişiyle ortanın solu olarak anılmaya başlayacağı
1960’ların öncesinde 1987’den bugüne gelen tüm genel seçimlerde aldığı oy
oranlarından daha yüksek bir oran tutturduğu görülüyor. Buna CHP/SHP ve DSP
toplamını dahil etmekte de bir sakınca yok. Örneğin 1987, SHP %24.8, DSP %8.5,
toplamı %33.3. Bu oran 1991’de SHP % 20.8, DSP %10.8, toplamı dahi %31.6.
1995’te DSP, %14.6, CHP %10.7 toplam %25.3. O seçimde Kürt hareketi SİP gibi
bazı sosyalist partilerle ittifak halinde ilk kez parti olarak seçime giriyor ve %4.1 oy
alıyor o da toplama eklenirse ancak %29.5’e ulaşabiliyor oran. Sonuçta 1950-1977
arası bir partinin oy oranlarıyla 1987-2023 arası oy oranlarındaki farklılıklar
herhalde sadece partinin lideriyle hatta daha ileri gidelim partinin salt
icraatlarıyla açıklanacak bir durum olmasa gerek. Burada partisel çeşitliliğin
ve 1990’larda bir miktar daha sağa kaymış sosyolojinin etkisi görülüyor. Öyle
ki CHP’nin seçimleri kaybetse dahi özellikle 1950’lerde aldığı oy oranlarından
ötürü 1970’lerde Ecevit’in aldığı oyların yakın geçmişle uyumlu olduğu ve o
yüzden o günkü insanlara şaşırtıcı gelmemesi bunun göstergesidir.
Ecevit’in 1960’ların ikinci yarısında
bir miktar düşen CHP’nin oylarını toparladığı ve 1977’de tek başına iktidar
olmaya yaklaştığı doğrudur ama hepsi bu kadar. Üstelik 1977 ile bugünleri kıyasladığımızda
şöyle de bir gerçek ortaya çıkıyor. O yıllar Türkiye sosyalist hareketinin en kitleselleştiği
dönem ve bu hareketin temsilcilerinin işçi mahallerine, kentin çeperlerine
temas edebildikleri bilinen bir gerçek. O gün DİSK gibi bir sendika, TKP gibi çeşitli
sosyalist partiler de sandıkta açıkça CHP’ye destek vermeyi tercih ediyor.
Zaten 1960’larda CHP’nin kısmen düşen oylarında katkısı olduğu düşünebilecek
TİP 1977 seçiminde pusulada olmasına karşın %0.1 oy alıyor, seçmeni CHP’ye
yönelmiş. O gün her ne kadar bağımsız adaylar sayesinde gelen oylara karşın Kürt hareketinin de bugün olduğu gibi seçim pusulasına
girmiş bir partisi yok. 1974’te kurulan, Kürt soluna hitap eden TKSP de
seçimde CHP’ye destek çağrısına katılıyor ve CHP bölgeden ciddi oy alıyor, çeşitli
Kürt illerinde birinci parti olarak çıkıyor o seçimde, bunlara Diyarbakır da
dahil.
Mert Uzunsoy’un ilçe bazlı çalışması
Şimdi bu noktadan hareket
ettiğimizde o gün sosyalist hareketin bugünden çok daha kitlesel olduğu bilgisi
önemli bir veri. Bu anlamda o yıllarda kentin çeperlerinin CHP’ye oy atmasında
CHP’nin başarısından da çok o günlerde o mahallelere temas eden sosyalist
grupların başarısı da konuşulur. Sonuçta CHP’nin 1977’de aldığı %41.4’lük oy
sol cephenin birleşik oyuna tekabül eder. Hani uzun yıllardır aşağı yukarı %35
civarı denilen geçtiğimiz 2023 seçiminde en az %36 olarak tarif edilecek o oya (Memleket Partisi de katılırsa %37). Elbet Ecevit CHP’sinin muhafazakar-milliyetçi seçmenden bir miktar oy almış
olmasında Ecevit’in liderlik karizması, Kıbrıs Barış Harekatı süreci ve haşhaş
ekimini serbest bırakması gibi etkenlerin de payı olabilir ama sonuçta Ecevit
de CHP’yi aldığı oy itibariyle tek başına iktidara taşıyamamıştır ve en can
alıcı soru kanımca şudur: O gün parlamenter sistem içerisinde olmasak ve o gün
milletvekili seçiminin yanı sıra bir de başkanlık seçimi yapılmış olsaydı,
sizce her halükarda Demirel ile Ecevit arasında geçecek bir finalde ipi kim
göğüslerdi? Kısa süre önce solun güçlenmesi tehlikesine karşı bir araya gelen
Milliyetçi Cephe’nin üyelerinin (AP, MSP, MHP ve CGP de var) desteklediği
Demirel mi o seçimi kazanırdı yoksa karşısında neredeyse tüm solun temsilcisi
durumunda ve ona rağmen ancak %41.4 oya ulaşabilmiş Ecevit mi? Herhalde cevap
oldukça açıktır.
Bugüne bağlamak gerekirse, merkez
sol hatta genel olarak sol blok da diyebiliriz 1990’lar ve 2000’lerde kısmen kaybettiği
gücünü 2011’den itibaren geri kazanmıştır, o seçim aynı zamanda merkez solun
başına Kılıçdaroğlu’nun geldiği ilk genel seçimdir. Kılıçdaroğlu partinin
oylarını merkez solda hatta solda başka bir seçeneğin olmadığı 1983’teki Halkçı
Parti’nin aldığı oydan sonraki en yüksek banda çıkarmış ve bu oranı arttıramasa
dahi daha sonraki seçimlerde de korumayı büyük ölçüde başarmıştır, aynı zamanda
Kürt hareketinin oylarını arttırmaya devam ettiği bu seçim sonrası Kürt
hareketinin Türk solunun alabildiğine geniş kesimleriyle yaptığı ittifakla
adeta bir sol çatı partisine dönüşmesi ve sonucunda oylarını belirgin biçimde
arttırdığı görülmektedir. Böylece sol blok 2015’ten itibaren yıllar sonra %35 bandına
oturmuştur ve bu oranın çok kolay değişmediği de görülmektedir ama bugünü
anlatırken dikkat etmemiz gereken daha ilginç bir süreç var o da 1950’den bu
yana merkez solun hiçbir zaman başaramadığı tek başına iktidara gelme
başarısını Ak Parti öncesi tam 7 kez başarmış (DP 3 AP 2 ANAP 2) merkez sağın
yok oluş süreci... Aslında MSP’nin siyaset sahnesine çıktığı ve MHP’de hareketlenmenin
olduğu 1970’lerde de izleri yakalanabilecek ama 1991 seçimleriyle beraber tam
anlamıyla kendini göstermeye başlayan bir olgu bu.
Merkez Sağın Erimesi
1987 seçiminde %55.4 olan merkez
sağ oy her seçimde istikrarlı biçimde düşerek 2007’de %5.4’e kadar
gerileyecektir. 1987 seçiminde ANAP %36,3, DYP %19,1 oy almıştı. Bu şekilde merkez
sağın toplam oyu %55.4’tü. Bu oy geçmiş yıllardaki oy oranlarıyla uyumluydu.
İslamcı ve Türkçü kanat nam-ı diğer aşırı sağ ise RP ile %7.2, MHP’nin devamı
olan MÇP ile %2.9 oy aldı. Şayet bu gruba %0.8 oy alan Islahatçı Demokrasi
Partisi de eklenirse aşırı sağın oranı %11.9 oluyordu. Bu noktada RP, MHP ve IDP’nin
RP listelerinden seçime girdiği 1991 seçimi ülke sosyolojisinde bugünlere değin
uzanan bir eğilimi göstermesi açısından çok önemlidir. 1991’de DYP %27 ANAP %24
oy alarak toplamda %51’e geriliyorlar, merkez sağ gerilerken aşırı sağ RP ile
%16.9 oy oranına ulaşıyor. Anladığımız kadarıyla o günlerde o kadar kıyamet
koparmayan bu durumun bir ülkenin nerden bakarsanız yarım asra yakın geleceğinde
karşılaşacaklarına dair önemli ipuçları barındırıyor. Merkez sağın gerilemesi 1995
seçiminde de sürüyor. ANAP %19.6, DYP %19.2 oy oranına ulaşıyor. Bu seçimde merkez
sağın toplam oyu bir kez daha gerileyerek %51’den %38.8’e düşüyor. Bu ciddi bir
gerileme, RP %21.4, MHP ise %8.2 ile toplamda %29.6’ya ulaşmışlar. Merkez sağ
ve aşırı sağ arasındaki makas iyiden iyiye kapanıyor ve nihayet 1999 seçiminde ANAP
%13.2, DYP ise % 12 oy oranına ulaşıyor, o seçimde bir merkez sağ parti olan DTP’nin
% 0.5 oy oranı da eklendiğinde merkez sağ toplamda ancak %25.7 oy oranına
ulaşabilirken MHP %17.9, FP ise 15.4 oy alıyor. Bu oylara BBP’nin %1.4 oyunu da
eklediğimizde aşırı sağ %34.8’e ulaşmış ve 1999 seçiminde aşırı sağ merkez sağı
açık biçimde geride bırakmış oluyor. Nitekim merkez sağın zayıflaması ve o
kitlenin kademe kademe aşırı sağa kaydığı bu süreç, Ak Parti’nin kuruluşuyla
neticelendi. İslamcı sağdan gelen kadroların birçok merkez sağ siyasetçi, hatta
bazı ülkücü kökenlileri de içine katmak istediği bu oluşum İslamcılık ile
merkez sağ arasında salınan bir görünüme sahipti. O günlerde kendilerinin ifade
ettiği gibi DP’nin devamı bir merkez sağ parti mi yoksa İslamcı-aşırı sağ parti
mi olduğu 2002’de iktidara geldiklerinde çok daha alevli biçimde tartışılacaktır.
Herhalde genel kabul Ak Parti’nin ileriki yıllarda bazı konularda Türkiye’nin
demokratikleşmesi için radikal hamlelerde bulunmasına karşın merkez sağdan daha
sağda ama aşırı sağdan daha solda, arada bir yerde konumlandığıdır.
2002 seçiminde merkez sağda 1991’den
beri süregelen düşüş elbette devam etti. O seçimde, DYP %9.5, ANAP ise sadece
%5.1 oy alabilmişti. Her parti de baraj altı kalmıştı. Böylece merkez sağın
toplam oyu %14.6’ya düşmüştü. Ak Parti ise %34.2 ile tek başına iktidar
olmuştu. Ak Parti 2007’de ise %46.5 oya ulaşırken bir önceki seçimde %8.3 ile
baraj altı kalan MHP bu kez %14.2 ile meclise giriyordu. Kuşkusuz İslamcı ve
Türkçü köklere sahip bu iki partinin bu kadar yüksek bir toplama ulaşması için 15
yıldır zayıflamakta olan merkez sağın bir miktar daha zayıflamasına ihtiyaç
vardı ve 2007’de artık merkez sağın tek temsilcisi olarak görülebilecek DP %5.4
oy aldı. Artık klasik anlamdaki merkez sağın oyları %14.6’dan %5.4’e düştü. Bu
düşüş sonraki seçimde de sürdü ve merkez sağ tarih oldu. 2011’de DP %0.6, DYP
%0.1 oy aldı. 2015’te ise DP %0.1’e geldi.
Bugün en azından muhalefet
cephesinden pek çok insan solun aşabilmesi zor bir eşiğin olduğunu kabul etse dahi
özellikle 1970’lere kadar defalarca tek başına iktidar olmuş hatta Ak Parti’nin
özellikle ilk dönemlerinde bolca atıfta bulunulan merkez sağ figürlerden
ilhamla merkez sağda güçlü bir parti çıktığı takdirde iktidar blokundaki
seçmenin koşa koşa oraya gideceğine yönelik bir inanca sahipti ama burada da
anlattığımız merkez sağın son 32 yılda eriye eriye bittiği bu süreç ile 1970
öncesinin seçmeninin beklentileri kuşkusuz ki aynı değil gibi gözüküyor. Bugün
CHP’nin seçim sürecindeki önemli katkıları sayesinde grup kuran Gelecek Partisi
ve Saadet Partisi’nin yanı sıra tam anlamıyla merkez sağa diğer deyişle modern
sağa oturan DEVA ve DP’nin de muhalefetten 2 vekilin desteğiyle grup
kurabileceği konuşuluyor. Bu çabaların ardında bir zamanlar Türkiye’de fırtına
gibi esen merkez sağ siyasetin tekrar güçlenebileceği algısı var ve bu
başarılırsa Türkiye’nin makul bir demokrasinin sınırlarına geri dönebileceği
belki devamında parlamenter sisteme tekrar geçme şansının oluşabileceği öngörülüyor.
Bazı muhalif stratejistler madem sağ seçmen bugüne kadar sınırlı ve küçük
adımlar dışında sola teveccüh göstermiyor ve kolay kolay göstermeyecek o halde
en azından merkez sağa gelsin diye düşünüyor. Gelinen noktada solun kendi
içinde önemli bir konsolidasyon sağlanmış gözükmesine karşın 1991’den bu yana bahsi
geçen sağ seçmenin sınırlı geçişler dışında bırakın sola adım atmaktan imtina etmiş
olmasını yeni kuşakların da katkısıyla kademe kademe merkez sağdan aşırı sağa
doğru kaymış olduğu sosyolojik bir gerçek var önümüzde. Sahi artık sağ seçmende
merkez sağa gitme talebi sanılanın aksine oldukça sınırlı olabilir mi? Bu gerçek
sadece bir partinin başarılı politikası ya da muhalefetteki partilerin
başarısızlığıyla açıklanabilir mi?
Peki 2023 Seçiminde Eğilim Ne
Yönde?
Son olarak 2023 seçiminde
partiler arası oy geçişlerine ilişkin Erol Taymaz’ın çalışmasına dikkat çekmek
istiyorum. 2015 seçiminden bu yana 2018 ve 2023 olmak üzere iki genel seçim yaşadık,
özellikle Ak Parti ve az da olsa MHP bu iki seçimde düzenli olarak oy
kaybettiler. Aslında bu gerileme hali bir yandan merkez sağın 1991-2011 arası o
20 yıl içindeki tam manasıyla yok oluşuyla sonuçlanan süreci andırmıyor da
değil. 1991 seçimi merkez sağ için ne ifade ediyorsa ise her ne kadar erime
daha yavaş olsa dahi 2015 seçimi de bugünkü iktidar hatta iktidar bloku için
benzer bir başlangıca denk düşüyor. Örneğin 2011’de Ak Parti ve MHP’nin toplam
oyu %62.8, 7 Haziran 2015’te her iki partinin toplamı %57.2, 2018’de bu oran %53.7’ye
geriledi. 2023’te ise iki partinin oy oranı %45.6’ya düştü ama bu partileri
terk eden seçmenin nereye gittiği önemli bir soru, 2018’de Ak Parti’den MHP’ye
geçiş olurken MHP’den de İyi Parti’ye ciddi bir kopuş gerçekleşti. Bu seçimde
özellikle belli başlı illerde muhtemelen DEVA, GP ve SP seçmeni etkisiyle CHP’ye
dikkat çekici bazı geçişler olsa da, Yeniden Refah, Zafer Partisi ve BBP’nin de
toplamda %6’ya ulaştığı görülüyor. Ancak yine de 2018’de seçime ittifak dışı ve
kendi listesiyle giren Hüda Par dahil Cumhur ittifakı partileri %54 iken bugün
bu oran %49.5’e düşmüş. İktidar blokunun toplam oyunda yaklaşık %4.5’luk bir
kayıp söz konusu. Bu tamamen ittifak dışına çıkan %4.5’a yakın oyun aslan
payını CHP ve Zafer Partisi kapmış. Erol Taymaz’ın çalışmasına göre 2018’de Ak
Partiye oy vermiş seçmenlerden yaklaşık 1 milyon 575 bini bu seçimde MHP’ye,
653 bini Yeniden Refah’a, 467 bin ise CHP’ye oy atmış. Çalışma 394 binin İyi
Parti’ye, 231 binin Yeşil Sol Parti’ye 221 binin ise Zafer Partisi’nin başını
çektiği Ata ittifakına, 166 binin ise BBP’ye oy attığını gösteriyor. Ayrıca 76
bin dolayında Türkiye İşçi Partisi’ne oy geçişi olması dikkat çekiyor. 2018’de
MHP’ye oy atanların ise 1 milyon 259 bini bu seçimde Ak Partiye 318 bini Zafer
Partisi’ne 215 bini Yeniden Refah’a 128 bini İyi Parti’ye, 98 bini BBP’ye, 92
bini CHP’ye oy atmış, diğer partilerden de farklı düzeyde karşılıklı oy
geçişleri bulunmakta. Ama görülen o ki, iktidar blokunda seçmenin yavaş ama
istikrarlı çözülmesindeki eğilimin iki aşırı sağ partiden öncelikle Yeniden
Refah daha sonraysa Zafer Partisi’ne doğru giden bir hattı mevcut. İleriki
yıllarda özellikle bu iki partinin ülke siyasetinde daha fazla söz sahibi
olması sürpriz olmaz.
Erol Taymaz’ın 2018-2023 oy
geçişi çözümlemesi
Dipnot
* Aşırı sağ ve merkez siyasetin karşı karşıya gelişine şöyle bir ekleme yapmakta da yarar var. Merkez siyaseti temsil ettiğini ifade ettiğimiz Kılıçdaroğlu liderliğindeki ittifak oyların kaba bir hesapla yaklaşık %35'ini sol bloktan yaklaşık %13'ünü sağ bloktan aldı. Olası bir iktidardaki oluşacak ağırlıklarına rağmen sağ blokun Millet İttifakı'na desteğinin düşük kalması bu seçimin esas belirleyicisi oldu denilebilir.
Yararlanılan Kaynaklar
Aydın, S. & Taşkın, Y. (2014). 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları.
Bora, T. (2017). Cereyanlar,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Erkmen, A. (2018). Türkiye’de 1950
ile 2002 Yılları Arasında Uygulanan Genel Seçimlerin Halk İradesine Etkisi, Gaziantep
University Journal of Social Sciences, 18 (3), 1225-1247.
Laçiner, Ö. (2023). Geride Bıraktığımız, Birikim Aylık Sosyalist Kültür Dergisi, 410-411, 3-8.
https://www.sabah.com.tr/secim/14-mayis-2023-genel-secim-sonuclari/ Erişim Tarihi: 10.07.2023
https://twitter.com/mertuzunsy/status/1671150597331120128. Erişim
Tarihi: 10.07.2023.
https://users.metu.edu.tr/etaymaz/oy-gecisleri-2023.html Erişim Tarihi: 10.07.2023.